Değerli basın mensupları, 2020’de Covid-19 süreciyle beraber adaletsizlik pandemisini de yaşadık. Evet, bir adaletsizlik pandemisiyle karşı karşıyayız. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adı altında popülist, otoriter bir rejim inşa edildi. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adında bir sistem dünyada da literatürde de yok. Bu sistem literatürde nasıl geçiyor, doğrusu ne, gerçek ne? Patronlu başkanlık sistemi, hiper başkanlık sistemi, monokrasi, tek adam rejimi. Evet,literatürde geçen isimler bunlar. Bugün Türkiye’nin yaşadığı ve sorunlarının ağırlaşmasına sebep olan sistemde bu. Ve 2020 yılında da adaletsizlikleri büyüten bir saray rejimiyle karşı karşıyayız. Türkiye’nin bu yaşadığı dönem adaletsizlikleri, haksızlıkları, hukuksuzlukları büyüten bir saray rejimi olarak tarihte yerini alacak. Çünkü yasama, yürütme, yargı yetkileri bir kişide toplandı, egemenlik şahsileşti. Olması gereken yasama, yürütme, yargı yetkilerinin farklı organlarda olması. Ama yaşanan tam tersi. Özellikle yargı yani adaleti tecelli ettirmekle görevli olan yargı Hakimler Savcılar Kurulu eliyle ele geçirildi ve öyle bir durumdayız ki bugün maalesef ülkemizin itibarını, ülkemize duyulan güveni de temelinden sarsan uygulamalarını görüyoruz saray hükümetinin. İşte en son AHİM kararı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bizim yargı sistemimizin, bizim hukuk sistemimizin bir parçasıdır. Çünkü biz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine imza atmışız Türkiye olarak. Çünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine bireysel başvuruyu kabul etmişiz ülke olarak ve en önemlisi o mahkemenin yargılama yetkisini kabul etmişiz. Şimdi İçişleri Bakanı çıkıp diyor ki, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının bizim için bir anlamı yok. Bu ne demektir? Benim devlet olarak attığım imzanın bir anlamı yok demektir. Bunu söyleyen bir anlayış dünyaya güven verebilir mi, ekonomik krizleri, yargı krizlerini aşabilir mi? Ne acıdır ki, devletin en tepesindeki bu ülkeye yöneten kişiler işte Cumhurbaşkanı gibi, İçişleri Bakanı gibi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesini yabancı bir mahkeme olarak görüyor. Hâlbuki biraz öncede vurguladım bizim yargı sistemimizin bir parçası. Biz yargıç gönderiyoruz o mahkemeye ve yargılama yetkisini kabul etmişiz. Peki, Anayasa Mahkemesi? Anayasa Mahkemesi kararları da uygulanmıyor maalesef.
Yani 2020 yılında da adaletsizlikler büyüdü, vatandaşların adil yargılanma hakkı, ifade özgürlüğü, düşünce ve kanaat özgürlüğü, basın özgürlüğü gibi haklar ciddi tehdit altında kalmaya devam etti.
Basın özgür değilse toplum özgür değildir. Basının özgür olmadığı bir ülkede hiçbir şeyi çözemezsiniz. Adaleti de sağlayamazsınız. Bugün maalesef Basın İlan Kurumu bir kişinin özel şirketi gibi çalışıyor ve basına kestiği cezalarla maalesef basın özgürce yazmasın, basın siyasetçilerin, muhalefetin düşüncelerini paylaşmasın ve basın bizim hâkimiyetimiz altında olsun isteniyor.
Değerli basın mensupları, unutulmasın ki sansür otoriter rejimlerin her zaman doğuştan kardeşi olmuştur. Bugün yaşadığımızda Basın İlan Kurumu eliyle, RTÜK eliyle uygulanan sansürdür. RTÜK siyasilerden oluşuyor. O da iktidarın, sarayın bir kurulu haline geldi. RTÜK’e yapılan başvurulara bakın, bir yandaş kanalla ilgili 102 bin 500 şikâyet yapılmış, bunların yalnızca iki tanesi işleme konmuş. Hâlbuki özgür gazetecilik, televizyonculuk yapmak isteyen, muhalefette görülen kanallara uygulanan cezalara bakın, 2020 yılında yaklaşık 10 milyon lira ceza kesilmiş. Muhalefette olduğu için, iktidar eleştirildiği için. Oysa basının görevlerinden biride yönetenleri, iktidarı eleştirmektir, denetlemektir. Ama bunu yapan basın, bunu yapan televizyonlar, gazeteler Basın İlan Kurumu ve RTÜK eliyle maalesef cezalandırılıyor. Nasıl yargı silah olarak kullanılıyorsa muhalefete karşı, basına karşıda RTÜK ve Basın İlan Kurumu silah olarak kullanılıyor.
Gazetecilik, iktidar tarafından 2020 yılında da suç olarak görülmeye devam etti. Gazeteciler gazetecilik yaptıkları için casus oluyorlar, terörist oluyorlar, vatan haini oluyorlar. Birçok gazeteci ağır ve haksız davalarla, ağır ve haksız cezalarla karşı karşıya kaldılar, kalmaya da devam ediyorlar. Bir örnek, örneğin Oda TV bugün itibariyle 299 gündür kapalı ve kapalı kalmaya da devam edecek gibi duruyor. İfade özgürlüğü alanında yine 2020’de de çok ağır ihlallerle karşılaştık. Partimizin yayınlarına yasaklar getirildi, toplatılma kararları getirildi. Düşünebiliyor musunuz bir siyasi parti muhalefet yapıyor, düşüncelerini halkla paylaşacak, gerçekleri halkla paylaşacak, muhalefet yapacak, siyasi faaliyette bulunacak ama bunlara yargı silah olarak kullanılıp engeller konuyor.
İstanbul İl Başkanımız Canan Kaftancıoğlu, güçlü bir kadın, siyaset yapan bir kadın, ağır cezalarla karşılaştı. Bir şeyi hatırlatmak istiyorum, çünkü çok çabuk unutuyoruz. Canan Kaftancıoğlu İstanbul İl Başkanı seçildikten tam iki gün sonra hakkında soruşturmalar başlatıldı. Daha önce hiçbir soruşturma yoktu. İstanbul İl Başkanı seçildikten iki gün sonra, her şey öyle başladı. Tweetleri sebebiyle, düşünceleri, eleştirileri sebebiyle çok ağır cezalarla karşı karşıya kaldı. Ama her zaman söylüyoruz, ne Canan Kaftancıoğlu, ne 81 İl Başkanımız, ne İlçe Başkanlarımız, ne Parti Meclisi Üyelerimiz, ne Milletvekillerimiz hiçbir Cumhuriyet Halk Partili bir santim dahi geri adım atmayacak. Çünkü bizim verdiğimiz mücadele demokrasi mücadelesi. Bedel ödenmesi gerekiyorsa da biz bunu kararlılıkla ödeyeceğiz.
Başka davalar; Osman Kavala davası. Osman Kavala’nın tutukluluğu 3 yılı aştı. Düşünebiliyor musunuz hakkında bir mahkeme kararı, bir ceza kararı, bir mahkûmiyet hükmü olmadan bir insanı 3 yılı aşkın bir süredir cezaevinde tutmak. Bu anlayış, bu zihniyet Türkiye’de hukuk reformu yapacak. Aslında Osman Kavala’yı cezalandırmıyorlar, Canan Kaftancıoğlu’nu cezalandırmıyorlar Türkiye’yi cezalandırıyorlar çünkü Türkiye güven kaybediyor, itibar kaybediyor.
Cumhurbaşkanına hakaret davaları; aslında AK Parti Genel Başkanına hakaret davaları. Böyle bir sistemde zaten böyle bir ceza maddesi olur mu? Cumhurbaşkanı siyasi parti Genel Başkanı. Hadi güçlendirilmiş parlamenter sistemin temsil noktasındaki Cumhurbaşkanı için böyle bir madde düşünülebilir ama bu sistemde bir siyasi parti Genel Başkanı için böyle bir madde zaten olamaz Anayasaya aykırı, hukuka aykırı Türk Ceza Kanunu’nun bu maddesi. Binlerce insan yargılandı, binlerce insan ceza aldı ve ne gariptir ki Adalet Bakanlığı Cumhuriyet Başsavcılıklarına yazı yazarak bu davaları takip ediyor biliyor musunuz? Başsavcılıklarda Adalet Bakanlığının bu yazısını ekleyerek mahkemelere yazı yazıyor. Şimdi o mahkemeler Cumhurbaşkanı hakaret davalarında özgürce nasıl karar verebilir? Yargının üzerindeki baskılar, yargının üzerindeki vesayet 2020’de çok daha arttı. Bugün aslında Türkiye’nin yaşadığı da sivil vesayet.
Değerli basın mensupları, başka adaletsizlikler, başka hak ihlalleri. Örneğin toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkı Anayasada güvence altına alınmış haklarımızdan biri. Uygulanabiliyor mu? Madenciler, işçiler yürümek istiyor engelleniyor. Baro Başkanları yürümek istiyor engelleniyor. İnsanların demokratik protesto hakkı vardır meydanlarda, engelleniyor ama öbür taraftan Cumhurbaşkanı mitingler yapıyor, insanların üzerine çaylar atıyor orada maalesef hiçbir sorun yok. Toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkı da temelinden sarsılmış durumda.
Davalar; adaletin tecelli etmediği davalar. Örneğin 10 Ekim Gar Katliamı Davası. Soma Maden Faciasıyla ilgili dava. Çorlu Tren Katliamıyla ilgili devam eden dava. Bu davalarda gerçek sorumlular yargı önüne çıkarılmıyor. Gerçek sorumlular bizzat saray rejimi tarafından korunuyor. Ama Çorlu tren kazasında evladını kaybeden bir anne gerçekleri haykırdığı için, isyan ettiği için maalesef hakkında dava açılıyor, sanık olarak yargılanıyor. Böyle bir saray düzeniyle, saray rejimiyle karşı karşıyayız.
Çevre hukuksuzlukları 2020’de daha da büyüdü. Kaz dağlarında yaşananlar, Salda gölü, Dipsiz göl 2020’de ön plana çıkan yaşadığımız çevre adaletsizlikleri, hukuksuzlukları. Çevreciler terörist olarak ilan ediliyor. Çevre mücadelesi yapmak isteyenler toprağını, havasını, suyunu, ekosistemi, geleceğimizi korumak isteyenler bizzat saray rejimi tarafından engelleniyor, gözaltılar, cezalar ve maalesef baskılarla çevre mücadelesine de ağır darbeler vuruldu.
Kadına şiddet 2020’de maalesef daha da arttı. 2020 yılında en az 275 kadın erkek cinayetine kurban gitti. En az 275 kadın yaşamını yitirdi. Son 5 yılda hakkında koruma kararı olmasına rağmen 100 kadın yaşamını yitirdi. Koruma kararına rağmen. Neden? Çünkü İstanbul Sözleşmesini zayıflatan, İstanbul Sözleşmesini uygulamayan bir saray rejimiyle karşı karşıyayız.
OHAL Komisyonu. OHAL Komisyonu’nun adaletsizlikleri de 2020’de büyüdü. Binlerce dava bekletiliyor. Ceza mahkemelerinde beraat eden, yargıda aklanan insanlar OHAL komisyonunu aşamıyor, görevlerine iade edilmiyor. Binlerce insan haksız, hukuksuz bir şekilde aş, iş, ekmek maalesef kazanamıyor, çalışamıyor. Görevlerine iade edilmiyor.
Yasalarla yaratılan 2020’deki adaletsizlikler maalesef yine çok fazla oldu. Yasalarla derken zaten yasa teklifleri sarayda hazırlanıyor. Sarayın, Cumhurbaşkanının Genel Başkanı olduğu partinin milletvekilleri yalnızca el kaldırıyor. TBMM, siyasi güç merkezi olması gereken Meclis 2020’de daha çokitibarsızlaştırıldı, işlevsizleştirildi. Örneğin, infaz düzenlemesi yapıldı. Aslında bu bir özel aftı. Birileri için özel af uygulandı. Böyle bir infaz düzenlemesiyle büyük adaletsizlik yaratıldı. Barolar parçalandı, barolar bölündü yasal düzenlemelerle. Ve en son STK’lara ve derneklere kayyum atanmasının önü açıldı yasayla. İçişleri Bakanı’nın vesayeti oluşturuldu sivil toplum üzerinde. Demek ki çok korkuyorlar. Her zaman söylüyoruz, sarayın duvarları arasında korku her geçen gün büyüyor. Korktukça daha da otoriterleşiyorlar, otoriterleştikçe hataları da çoğalıyor.
Muhalefet üzerindeki baskılar. Belediyelerimizi çalıştırmamak için ellerinden gelenher türlü hukuksuzluğuyapıyorlar. Yasa çıkartma güçleri var ya, kararname yapma yetkileri var ya her türlü hukuksuzluğu. Düşünebiliyor musunuz, halkın belediyelere yaptığı bağışlara bloke koydular, aşevlerini kapattılar. Aşevlerinde insanların yemek yemesini engellediler neden? CHP’li belediyeler, daha doğrusu muhalefetteki belediyeler başarılı olmasın. Böyle bir anlayış, böyle bir merkezi yönetim anlayışıyla karşı karşıya Türkiye. Kanal İstanbul’u dayatıyorlar. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız halka gerçekleri anlatmak istiyor soruşturma açmaya kalkıyorlar, engeller koymaya çalışıyorlar. Ne engel koyarlarsa koysunlar belediyelerimiz hepsini aşıyor ve halka dokunmaya, onlara ulaşmaya devam ediyor. Süt dağıtmak istiyor çocuklara belediye başkanlarımız, engeller getiriyorlar. Yardımda bulunmak istiyorlar ihtiyaç sahibi ailelere, engeller getirmeye çalışıyorlar. Ama bunların hepsini aşıyoruz. Seçilmiş belediye başkanlarını görevden alıyorlar. Seçmenin iradesini yok sayıyorlar, kayyum uygulamalarını dayatıyorlar.
Muhalefet üzerindeki baskılar, Enis Berberoğlu milletvekilimiz Anayasa Mahkemesi kararına rağmen mecliste yok bugün. Devletin çivisi çıkmış durumda. Eğer Anayasa Mahkemesi kararları uygulanmıyorsa, eğer Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları uygulanmıyorsa devletin çivisi çıkmış demektir. Anayasa Mahkemesi, Meclis, yargı organları, herkes üzerine düşeni yapmalı. Asıl beka sorunu budur. Devletin temeli adalettir. Adaleti çürütürseniz asıl beka sorunuyla milleti karşı karşıya bırakırsınız. Tabi yargı temel görevi olana adaleti tecelli ettirmeyince sosyal adaletsizlik de büyüyor. Hukuk devleti olmadığınız zaman demokratik bir devlet olamazsınız. Çünkü demokrasinin güvencesi bağımsız ve tarafsız bir yargıdır. Sosyal adaletsizler öyle büyüdü ki 2020’de kuru ekmek tartışmaları yapıldı. Eskiden altınla, dövizle, başka alım güçleriyle tartışmalar yapılırdı şimdi kuru ekmek. Diyorlar ki, saray rejimini temsil edenler, sarayda oturanlar, bu saray düzenini savunanlar millete dönüp diyorlar ki“kuru ekmek yiyorsanız aç değilsiniz”. Ama ilk seçimde öyle bir ders alacaklar ki bu milletten bunu kendileri bile anlayamayacak.
Asgari ücret tartışmaları;asgari ücretle çalışan bir insan evi kiraysa, kirası, elektriği, suyu, ulaşımı bütün bu giderleri çıktıktan sonra acaba nasıl beslenebilir? Asgari ücretle çalışan bir ailenin çocukları nasıl yeterli protein alabilir, nasıl sağlıklı beslenebilir? Ama saray hiç bunların derdinde değil artık. Halk aç ve işsiz ama saray tok. Sarayda hiçbir sorun yok hepsinin bir eli yağda, bir eli balda ve sarayda yaşadıkları için halktan o kadar kopmuşlar ki işsizliğin, açlığın, yoksulluğun ne boyutta olduğunun farkında değil. Bugün işsizlik sebebiyle insanlar intihar ediyor. Bu gerçeklerin üzerini örtmeye çalışıyorlar.
Ve tam bir baskı. Basının üzerinde, muhalefetin üzerinde, özgür düşünen insanların üzerinde. Şunu göremiyorlar değerli basın mensupları, başkalarına baskıyla dayattığınızda en temiz inançlar bile akla karşı işlenmiş birer suç haline gelir. Baskıyla dayatılan hiçbir şey akla ve ahlaka uygun değildir baskıyla dayatılıyorsa. Bunu maalesef anlayamıyorlar.
Yeni yıla giriyoruz değerli basın mensupları. Bu büyüyen adaletsizleri göreceksiniz ilk seçimde, seçim zamanında olabilir, erken olabilir o bizim yetkimizde değil ama ilk seçimde bu düzeni savunanlar, bu adaletsizlikleri savunanlar mutlaka ve mutlaka gidecekler. Ne yaparlarsa yapsınlar, hangi baskıyı kurarlarsa kursunlar yolcudur Abbas bağlasan durmaz. Ve biz ilk seçimde başarılı olacağız, adayımız seçilecek ve seçilecek adayımızla birlikte göreceksiniz vatandaşın ağır sorunlarını, dertlerini kısa sürede çözeceğiz. Devleti de liyakat ve adalet temelinde yapılandıracağız. Daha sonrada toplumsal bir uzlaşmayla özgür bir ortamda yapacağımız anayasa değişiklikleriyle güçlendirilmiş parlamenter sistemi getireceğiz.
Geldiğimiz noktada değerli basın mensupları,her alanda adaletsizlik pandemisi egemen oldu. Asıl mücadele bununla yapılmalı. Onun için ben yeni yıla girerken sizlerin aracılığıyla başta sağlık çalışanlarımız olmak üzere herkesin yeni yılını kutluyorum. Adaletli, sağlıklı bir yıl diliyorum. Yeni yılda da maske, mesafe, temizliğe çok dikkat etmeye devam edelim. Ama bir şeye daha dikkat edelim lütfen bu saray rejimiyle aramıza da siyasi mesafe koymayı unutmayalım.
Çok teşekkür ediyorum, saygılarımı sunuyorum.
Soru- Medyada ve basın yayın kuruluşlarında yapılan yasaklara değindiniz ama son olarak Birgün Gazetesi’nde sizin de açıklamanızın olduğu haber nedeniyle Basın İlan Kurumu tarafından reklam kesme cezası verildi. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz, yorumunuz nasıl olacak?
Muharrem ERKEK- Teşekkür ederim bu önemli soru için. Fahrettin Altun’un başvurusu üzerine Basın İlan Kurumu bu cezayı kesmiş Birgün Gazetesi’ne. Zaten söylüyoruz Basın İlan Kurumu herhalde Fahrettin Altun’un özel şirketi haline gelmiş o ne isterse hemen anında yerine getiriliyor. Ne yapılmak isteniyor çok açık söyleyelim. Gazeteciler bizi arıyorlar düşüncelerimizi alıyorlar ve bunu yazıyorlar. Türkiye öyle bir noktaya geldi ki, herhalde anayasada yazılı olan düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti de ortadan kaldırıldı. Muhalefet yapmayın diyorlar. Gazetecilere diyorlar ki, aramayın muhalefetten kimseyi, düşüncelerini almayın, haber yapmayın, yazmayın. Ben her zaman söylüyorum, bakın gazetecilere her türlü baskıyı kurabilirsiniz, gazetecileri hapsedebilirsiniz de ama onların düşüncelerini, yazılarını, haberlerini hapsedemezsiniz. Ne yaparlarsa yapsınlar yaşadıklarımızın neden olduğunu hepimiz biliyoruz. Şunu da söyleyeyim yeri gelmişken, Basın İlan Kurumu, RTÜK gibi kurumların basına ceza, yaptırım uygulama yetkisi olmamalı. RTÜK, Basın İlan Kurumu bir usulsüzlük tespit ederse bunu yargıya intikal ettirmeli verecekse bir karar, ceza, yaptırım yargı vermeli. Öbür türlü ne oluyor mevcut uygulamada? Zaten RTÜK iktidarın kontrolünde, Basın İlan Kurumu ve RTÜK… RTÜK siyasilerden oluşuyor biliyorsunuz. Basın İlan Kurumu ve RTÜK iktidarın kontrolünde, güdümünde basına karşı onları bir silah olarak kullanıyor. Ama biz göreceksiniz önümüzdeki ilk seçimden sonra basın özgürlüğü içinde gereken tüm önlemleri alacağız. Medya patronları bizim iktidarımızda örneğin kamu ihaleleri alamayacaklar, başka işlerle uğraşmayacaklar. Medya patronları kamudan ihale aldığı zaman işte yaşananları görüyorsunuz.
Teşekkür ederim.